Dudakların harmış
Pişen gelecek
Aşk…varmış!
Umutsa ekmek
İlk kez ıslandığında dudaklarım
Oniki ocak kurulu
Loş ışıklı
Ruhlar mutfağında
Buram buram gelecek kokan
Yemek kokuları arasında
Yağmurun gelişini kutluyordu aşk
İlk damlan düştüğünde
İki haylaz çocuk
Ellerinde rengarenk balonlarla
Islak arnavut kaldırımlarını
Arşınlıyordu şehrin…
Ve en çok da
Zile basarak kandırmalarını
Seviyordu, şairin…
Bulduğu her cam ve kapıyı
Çalıyordu misafir damlaların.
Duyulan her ses
Neşeli bir sohbetti
Çatı, duvar ve toprağa çarparak
Çıkardığın…
Yıldırım, kahkahandı…
Tüm halk
12 ocakta pişen gelecekle
Kutluyordu uğrayışını
Umursanmıyordu ıslanmak
Ya da birazdan
Yuvasına dönmek zorunda olması
Yağmurun
Çünkü
Gittiğinde dahi
Kendine has bir koku
Emanet ediyordun toprağa
Geride tertemiz bir kent
Bırakıyordun
Şehir yıkanırken
Telaşlı çığlıklarla
Islak kaldırımları arşınlıyordu hala
Haylaz iki çocuk
ve şair
Hayranlıkla seyrediyordu
Kirlenmek pahasına
Bir kenti temizlemeye
Böylesine gönüllü tabiatını.
Biliyordu
Yüzünde duydukça soluğunu
Üstesinden gelebilirdi soğuğun
Biliyordu
Hep tertemiz kalacağını
Yağmurun
Belki bu yüzden umursamıyordu
Islak saçlarını
Delirten baş ağrısını
Açlığını..
Zaten
Kim, bulut olup uçmak varken
Düşmeyi tercih ederdi
Bir şairin başına.
Bile bile yanacağını
Kim yine de yağardı
Aşka…
O ve kendinden başka..
Şehir, günahlarıyla vedalaşırken
Mazgaldan istasyonlarda
Kerhane erkeklerinin
İştah kabarttığı bir kadın
Şuh adımları
İnce uzun parmakları
Çıkık elmacık kemikleri
Renkli gözleri
Ve iri beyaz dişleriyle
Sığınacak bir düş arıyordu
Şairin mısralarında
O ise gözlerini toprağa dikmiş
Çamurların arasından
Bir fidan gibi filizlenecek
Nurdan bebeğini bekliyor
Yüzünü bile görmediği kızına
İki mısra yazıyordu
“Kim senin olduğun kadar temizdi
Kimsenin olmadığı kadar temizdin”